Ağıllar Yaylalar

Kaynak: Zeki OĞUZ / YAZAR

Kesin olarak bilinmese de Tatköy’ün tarihi Selçuklulara kadar iniyor. Çevredeki dağ köyleri de öyle.
Ekonomilerinden geleneklerine bütün köyler birbirlerine benziyor. Örneğin Başarakavak Selçuklu
Sarayının at ihtiyacını karşılıyor. Köyün adı da Selçuklu emirlerinden Beşare Beyin adından
gelmektedir. Tatköy adının kaynağı belirsiz, ülkemizde belirsiz, ülkemizde Sivas’ta, Antalya’da başka Tatköyler de var.
Köyün geçmişi Türklerden çok öncesine dayanıyor. Yassıören ve Yassıçayır Çakıliçi mevkilerindeki ören
yerlerinde bunu görmek mümkün. Talas’ta bulunan taban mozaiği Konya Arkeoloji Müzesinde
sergileniyor. Her iki Çakıliçinde kazı yapılmadığı için tarih definecilerin insafına bırakılmış durumda.
Özellikle Yassıören çevresindeki eski yerleşim yerleri çok geniş bir alana yayılmış.
Çevre köylerde yaygın geçim kaynağı küçükbaş hayvan üreticiliği. Köylülerin diliyle söyleyecek olursak
koyunculuk, daha doğrusu eskiden böyleydi. Yıllar önce, onlarca yaylada yirmi bini aşkın koyun
yayılırdı. Köylülerin ikinci geçim kaynakları çiftçilikti. Çiftçilikten ürettikleri ürünler ancak kendi
ihtiyaçlarını karşılardı. Günümüzde olduğu gibi modern tarım araçları köye girmemişti daha. Hoş girse
de tarım arazilerinin geniş bir bölümünde iş göremez modern araçlar. Sulanabilir arazi az olduğu için
bahçe tarımı yok denecek kadar azdı. Köyün karşısındaki harımlarda küçük bahçeler vardı. Sulutas ve
Sille arazilerine kadar uzanan bağlar köylünün üzüm ve pekmez ihtiyacını karşılardı. İyi bğı olan ve
çiftçilik yapmayan bazı köylülerimiz köfünlere doldurdukları üzümleri Ilgın taraflarına götürerek
karşılığında buğday alıp gelirlerdi. 1970 li yıllarda gelen bir hastalık bağları harap etti ve bu bağlar
hiçbir zaman eski güzelliklerine kavuşamadı.
Şunu merak etmiştim, temeli göçerliğe dayanan bir toplum ziraat işlerini ne zaman öğrenmişti?
Selçuk Üniversitesinden bir hocamız verdi bunun yanıtını. Uzun göç dönemlerinden sonra kurulan
Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu Devletleri dönemlerinde tarım yapmayı öğrenmişlerdi ata dedelerimiz.



Her üretim şekli kendi kültürünü, göreneklerini de yaratır. Yaylıma dayalı hayvancılık da kendi
kültürünü, göreneklerini yaratmıştı köyde. Koyunculuğun temel iki dönemi vardı, kış ağıllarında
geçirilen zaman ve yayla zamanı. En önemli dönem kış ağıllarında geçirilen dönemdi. Mal bu ağıllarda
bahara hazırlanır, yem ve samanla beslenir, döl bu ağıllarda başlar, kuzu ve oğlaklar yaylaya çıkacak
duruma buralarda gelirdi. Zaten her ailenin ağılı olmazdı. Belli başlı sürü sahiplerinin ağılı olur, çoban
bu ağılda geçirirdi kışı. Kimi zaman ağıl sahibi izin verirse başka aileler de kalırdı ağılda ama çoğu aile
malına iyi bakabilmek için yalnız olmayı tercih ederdi. Kış çok şiddetli geçmediği sürece ağılda kalmak
isterdi sürü sahibi, burada sürüye bakmak hem kolay hem daha sağlıklı olurdu. Kış şiddetli geçecek
olursa zorunlu olarak köye getirilirdi sürü.
Genellikle dağların güney yamacına, açık alanı güneye bakacak şekilde, yarım ay biçimi yapılardı
ağıllar. Girişin bir tarafında çobanın barınması için çobansalık olurdu. Ağılın içinde küçük bir bölüm
kuzuluk olarak ayrılır, biraz yetişkin kuzular buraya konurdu. Yeni doğan kuzular pin adı verilen bir
çeşit kuyuya konurdu ama kuzu çok, pinin havalandırması yeterli olmazsa kuzu ölümlerine sebep
olurdu pinler. Fazla rüzgar almayan, kuytu yerlere yapılan ağılların aynı zamanda su kaynaklarına
yakın olması istenirdi. Köye en yakın ağıllardan biri bizim Akçeşme’deki ağıldı. Ağıl yeri birkaç
 
ortaklıydı ve kışın birkaç aile birlikte kaldığımız olurdu. Ağılın yukarısındaki bir pınardan temin ederdik
suyu. Yıllar önce ağıl yıkıldı, önündeki arazi bahçe haline getirildi. Pınarın suyu bir havuza alındı, azıcık
akan suyla bahçe sahipleri ağaçlarını sulamaya çalışıyorlar. Geçtiğimiz kış yeterince kar yağmadığı için
pınar kurumak üzere.
Akçeşme’nin kuzeyinde Seğbayırında Yalakali gilin ağılı vardı, sonra burayı İsmail Can aldı. Gayağılda
Gayalı gilin ağılı, İncik’te Göncülerin ve Kör Niyaz’ın ağılı, Topal Efe gilin ağılı, Çoraklı Tarlada yine
Göncülerin ve Kör Niyaz’ın ortak ağılları vardı. Karabağ’da Gır Üseyin’in ağılı vardı, Üseyin emmi yaz
kış o ağılda kalırdı. Şimdi o ağıl Maracım gilde. Bilecik Deresinde Mehmetçiğin ağılı, Köçette Kör
Niyaz’ın ağılı, Elmaağaçta Üseyin Ağa gilin ağılı, Gevenlideki ağıllar belli başlı ağıllardır.
Kışın ağılda kalan çobanın azığı haftada, on günde bir götürülür, malın yiyeceği yem saman kış
gelmeden ağıla yerleştirilirdi. Özellikle kuzular iyi olsun, diye sağmal mal iyi beslenirdi.
Çobansalık yığma taşla yapılmış tek göz bir odaydı. Girişin bir tarafında ocak olurdu. Dip tarafta ise
çobanın yiyecek, içeceklerinin konulduğu bir döl sandığı bulunurdu. Sandığın yanına da kepenek,
yatak, yorgan, yastık gibi eşyalar konurdu. Çobanın günlük yiyeceği pekmez, yoğurt, peynir gibi basit
yiyeceklerden oluşur, akşam ise bulgur pilavı pişirilirdi.

29 Ekim günü, yani Cumhuriyet Bayramı günü güz seçimlerinin ve koç katımının yapıldığı gündür.
Çoban sürü yayladan köye yakın bir yere getirir, sürüde koyunu, keçisi olan herkes toplanır,
getirdikleri çeşitli yiyecekleri birlikte yerler, yemekten sonra herkes kendi malını seçer, sayımını
yapar, malını aynı çobanın önüne katacaksa onun sürüsüne karıştırır, başka yere götürecekse alıp
götürür. Özellikle çobanla helalleşmeden ayrılmazlar.
Koçlar daha önceden sağmal koyundan ayrılmıştır, seçim bittikten sonra koç katımı olur.
Koç katımının yüzüncü gününde dölün tuttuğuna inanılır. Erken alınan koyunlar tek tük doğurmaya
başlamışlardır. Koç katımının yüzüncü gününde köyün delikanlıları bir araya gelerek kimini deve
kılığına, kimini eşek kılığına büründürürler, sokak sokak gezerek ve maniler söyleyerek deve oyunu
oynarlar. Gürültüyü duyan ev sahipleri kapı önlerine çıkarak önceden hazırladıkları armağanları
verirler. Buna saya gezme denir. Bu dölün bereketli gelmesi için yapılan bir gelenektir. Delikanlılar
topladıkları şeyleri akşam köy odasında toplanarak birlikte yerler.
Saya gezme geleneği bütün dağ köylerinde var. Saya manilerini en önde deveyi çeken delikanlı söyler,
eşeği çeken ise verilen şeyleri eşeğin sırtındaki heybeye doldurur. Tatköy’de deve oyunu denilen bu
köy seyirlik oyununa bazı köylerde tekecik oyunu diyorlar. Maniler aşağı yukarı aynıdır.
“Saya saya salli beyi/Bir ayağı ballı beyi/Sayacı geldi duydunuz mu?/Selamını aldınız mı?
Ne kaldı ne kaldı/ Kırk elli gün kaldı/Kırk elli gün geçelim/Yozdan sağmalı seçelim.”
Kış ayları köyde geçirilmişse şubat ortalarına doğru ağıla gitme zamanı gelmiştir. Köylü buna döle
çıkma, der. Günler uzamaya, havalar ısınmaya, kuzular, oğlaklar doğmaya başlamıştır artık. Döle,
çobanın eşi ya da evin kadınlarından biri de gider çünkü doğmaya başlayan kuzular ayrı bir bakım
ister. Gündüz sürüyü yaylıma çıkaran çobanın ayrıca kuzulara bakması mümkün değildir.
Döl zamanı çocukların en şenlikli zamanlarıdır. Sürünün peşinden giderek yeni doğan yavruları ağıla
getirerek kuzunun sahibinden müjdelik alırlar. Bu, ailenin durumuna göre incir, kuru üzüm ya da bir
yumurta olabilir.
Kadın yeni doğan koyunlardan az az sağarak çoban için bir zükküye yoğurt çalar, akşam yemeği olarak
sütlü aş pişirir.
Büyümeye başlayan kuzuları gütme görevi çocuklarındır. Genellikle ağılın çevresinde güderler,
yakınlarda başka bir ağıl varsa o ağılın kuzu çobanı olan çocuklarla heleşe etmek için o sürünün yanına
giderler. Kendilerine göre oyunları vardır. Zükkünün içindeki yoğurdu içine ekmek düşürmeden bir
çömçü ile yemek gibi. Ekmeği düşüren cezalandırılır, üzerine zükkü ile su dökülür. Postuk çekiştirmek
ayrı bir heleşedir onlar için. İki sürünün içindeki en iyi kuzular seçilir, arka ayakları bağlanır, hangi kuzu
ötekini sürüklerse o kazanmış sayılır. Kazanan taraf bununla günlerce övünür. Çocuklar doğayı daha o
körpe yaşlarda öğrenirler. Genellikle taşlık alanlarda biten kedi daşşağı, burçalık köklerini söküp
yemekten büyük zevk alırlar.
 
Hıdırellez yaylaya göçme zamanıdır.
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol